-->
Logo

En Yeniler

Vakıa Suresi

Vakıa Suresi Fazileti

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:


"Her kim her gece Vakıa Suresini okursa, ona asla fakirlik isabet etmez."

"Vakıa Suresi, zenginlik suresidir. Onu okuyunuz ve o sureyi kadınlarınıza ve çocuklarınıza da öğretiniz.

Vakıa suresi oldukça etkili ve kuvvetli bir suredir. İslam alimleri bu sure için sürekli okumayı alışkanlık eden kimselerin dünyada huzura ve rahat ereceği, dünya nimetlerinden faydalanacağından,  Sabah ve akşam okunduğu taktirde kişinin açlık yada diğer sıkıntılardan uzak bir hayat süreceği bahsedilmektedir.

Ölüm döşeğinde olan bir kimseye münkar ve nekir melekleri sual sorduğu sırada Vakıa suresi okunursa sorulara cevap vermesi kolaylaşır.

Helal rızık, fakirlik çekmemek ve zahmete girmeden kazanç isteyen kimseler bu duayı günde 40 defa 40 gün boyunca okuduğu taktirde Allah’u Teala onu muradına nail eder

İkindi ve akşam namazlarından sonra bol ve helal kazanç için okunması önerilmiştir. İkindi namazının ardından 14 defa, akşam namazlarının ardından okunması tavsiye edilir.

Bazı islam alimleri ise vakıa suresinin ölen bir kimsenin üzerine okunması halinde üzerindeki kabir azabını hafifleteceğini, Ölmekte olan bir kimseye okunması halinde ise Allah’ın izni ile imanla dünya hayatını sonlandıracağı söylenmiştir.

Vakıa Suresi Okunuşu
 

Bismillâhirrahmânirrahîm

İzâ ve kaatil vâkıah (vâkıatu)

Leyse li vak’atihâ kâzibeh (kâzibetun)

Hâfidatun râfiah (râfiatun)

İzâ ruccetil ardu reccâ(reccen)

Ve bussetil cibâlu bessâ (bessen)

Fe kânet hebâen mun bessâ (bessen)

Ve kuntum ezvâcen selâseh (selâseten)

Fe ashâbul meymeneti mâ ashâbul meymeneti

Ve ashâbul meş'emeti mâ ashâbul meş’emeti

Ves sâbikûnes sâbikûn (sâbikûne)

Ulâikel mukarrebûn (mukarrebûne)

Fî cennâtin naîm (naîmi)

Sulletun minel evvelîn (evvelîne)

Ve kalîlun minel âhirîn (âhirîne)

Alâ sururin mevdûnetin.

Muttekiîne aleyhâ mutekâbilîn (mutekâbilîne)

Yetûfu aleyhim vildânun muhalledûn (muhalledûne)

Bi ekvâbin ve ebârîka ve ke’sin min maîn (maînin)

Lâ yusaddeûne anhâ ve lâ yunzifûn (yunzifûne)

Ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn (yetehayyerûne)

Ve lahmi tayrin mimmâ yeştehûn (yeştehûne)

Ve hûrun înun

Ke emsâlil lu’luil meknûn (meknûni)

Cezâen bi mâ kânû ya’melûn (ya’melûne)

Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ te’sîmâ (te’sîmen)

İllâ kîlen selâmen selâmâ (selâmen)

Ve ashâbul yemîni mâ ashâbul yemîn (yemîni)

Fî sidrin mahdûd (mahdûdin)

Ve talhın mendûd (mendûdin)

Ve zıllin memdûd (memdûdin)

Ve mâin meskûb (meskûbin)

Ve fâkihetin kesîrah (kesîretin)

Lâ maktûatin ve lâ memnûah (memnûatin)

Ve furuşin merfûah (merfûatin)

İnnâ enşe’nâ hunne inşââ (inşâen)

Fe cealnâ hunne ebkârân (ebkâren)

Uruben etrâbâ (etrâben)

Li ashâbil yemîn (yemîni)

Sulletun minel evvelîn (evvelîne)

Ve sulletun minel âhırîn (âhırîne)

Ve ashâbuş şimâli mâ ashâbuş şimâl (şimâli)

Fî semûmin ve hamîm (hamîmin)

Ve zıllin min yahmûm (yahmûmin)

Lâ bâridin ve lâ kerîm (kerîmin)

İnnehum kânû kable zâlike mutrefîn (mutrefîne)

Ve kânû yusirrûne alel hınsil azîm (azîmi)

Ve kânû yekûlûne e izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâ men e innâ le meb’ûsûn (meb’ûsûne)

E ve âbâunel evvelûn (evvelûne)

Kul innel evvelîne vel âhirîn (âhirîne)

Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm (ma’lûmin)

Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn (mukezzibûne)

Le âkilûne min şecerin min zakkumin

Fe mâ liûne minhel butûn (butûne)

Fe şâribûne aleyhi minel hamîm (hamîmi)

Fe şâribûne şurbel hîm (hîmi)

Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn (dîni)

Nahnu halaknâkum fe lev lâ tusaddikûn (tusaddikûne)

E fe reeytum mâ tumnûn (tumnûne)

E entum tahlukûnehû em nahnul hâlikûn (hâlikûne)

Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn (mesbûkîne)

Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne)

Ve lekad alimtumunneş etel ûlâ fe lev lâ tezekkerûn (tezekkerûne)

E fe reeytum mâ tahrusûn (tahrusûne)

E entum tezre ûnehû em nahnuz zâriûn (zâriûne)

Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn (tefekkehûne)

İnnâ le mugremûn (mugremûne)

Bel nahnu mahrûmûn (mahrûmûne)

E fe reeytumul mâellezî teşrebûn (teşrebûne)

E entum enzeltumûhu minel muzni em nahnul munzilûn (munzilûne)

Lev neşâu cealnâhu ucâcen fe levlâ teşkurûn (teşkurûne)

E fe reeytumun nârelletî tûrûn (tûrûne)

E entum enşe’tum şeceretehâ em nahnul munşiûn (munşiûne)

Nahnu cealnâhâ tezkireten ve metâan lil mukvîn (mukvîne)

Fe sebbih bismi rabbikel azîm (azîmi)

Fe lâ uksimu bi mevâkiin nucûm (nucûmi)

Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm (azîmun)

İnnehu le kur’ânun kerîm (kerîmun)

Fî kitâbin meknûn (meknûnin)

Lâ yemessuhû illel mutahherûn (mutahherûne)

Tenzîlun min rabbil âlemîn (âlemîne)

E fe bi hâzel hadîsi entum mudhinûn (mudhinûne)

Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn (tukezzibûne)

Fe lev lâ izâ belegatil hulkûme (hulkûme)

Ve entum hîne izin tenzurûn (tenzurûne)

Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn (tubsirûne)

Fe lev lâ in kuntum gayre medînîn (medînîne)

Terciûnehâ in kuntum sâdikîn (sâdikîne)

Fe emmâ in kâne minel mukarrebîne (mukarrebîne)

Fe revhun ve reyhânun ve cennetu naîm (naîmin)

Ve emmâ in kâne min ashâbil yemîn (yemîni)

Fe selâmun leke min ashâbil yemîn (yemîni)

Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn (dâllîne)

Fe nuzulun min hamîm (hamîmin)

Ve tasliyetu cahîm (cahîmin)

İnne hâzâ le huve hakkul yakîn (yakîni)

Fe sebbih bismi rabbikel azîm (azîmi)

Rahman ve Rahim Olan ALLAH’ın Adıyla


Onun vuku bulmasını yalanlayan (kimse) yoktur

O vakıa (müthiş olay) vuku bulduğu zaman

O; alçaltıcıdır, yükselticidir

O zaman arz (yeryüzü) şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmıştır.

Ve dağlar ufalanarak parçalanmıştır.

Böylece dağılıp toz zerrecikleri haline gelmiştir.

Ve (o zaman) siz üç sınıfa ayrılmış olursunuz.

İşte ashabı meymene [meymene sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sağından verilen cennetlikler], (ama) ne ashabı meymene!

Ve ashabı meşeme [meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) solundan verilen cehennemlikler], (ama) ne ashabı meşeme!
Ve sabikunlar (hayırlarda yarışıp ileri geçenler), sabikunlar.

İşte onlar (sabikunlar). Mukarrip (Allah'a yaklaştırılmış) olanlardır.

(Onlar), naim cennetlerindedirler

(Onlar), evvelkilerden bir ümmettir

Ve (onların) birazı sonrakilerdendir

Altın ile örülmüş, mücevherlerle (inci ve yakutla) süslenmiş tahtlar üzerinde

Onların üzerinde karşılıklı olarak yaslananlar onlardır (mukarrebun olanlardır)

Onların etrafında halidun olan (ölümsüz) gençler dolaşır

Akan pınarlardan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve billur kadehler ile

Ondan (o şaraptan) başları ağrımaz ve sarhoş olmazlar

Ve arzu ettikleri meyvelerden

Ve canlarının çektiği kuş etlerinden (sunulur)

Ve harika güzel gözlü huriler (vardır)

Sanki saklanmış inci tanesi gibi

Yapmış olduklarının mükâfatı olarak

Orada boş bir söz işitmezler ve günaha girmezler.

Sadece selâm, selâm sözü söylenir.

Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) sağından verilenler], (ama) ne ashabı yemin!

(Ashabı yemin), dikensiz sedir ağaçları arasında.

Ve meyveleri kat kat dizili muz ağaçları (arasında).

Ve uzayan gölgeler (içinde).

Ve çağlayan sular (arasında).

Ve pekçok meyveler (arasında).

Eksilmeyen ve yasaklanmayan.

Ve yüksetilmiş döşeklerdedirler (tahtlardadırlar).

Muhakkak ki Biz, onları yeni bir inşa (yaratılış) ile inşa ettik (yarattık).

Böylece Biz, onları bakireler kıldık.

Eşlerine düşkün, aynı yaşta olarak.

Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) önünden ve sağından verilenler] için.

(Onlar) evvelkilerden bir ümmettir.

Ve de sonrakilerden bir ümmettir.

Ve ashabuş şimal [şeamet (kötülük), meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sollarından verilenler, cehennemlikler], (ama) ne ashabuş şimal!

(Ashabuş şimal), semum (iliklere işleyen bir sıcaklık) ve hamim (kaynar su) içindedir.

Ve kara dumandan bir gölge ki.

Ne serinleticidir ne de rahatlatıcıdır.

Muhakkak ki onlar, daha önce mutrafi idiler (varlık içinde zevklerine dalmışlardı).

Ve onlar, büyük günahta ısrar ediyorlardı.

Ve şöyle diyorlardı: “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz gerçekten, mutlaka beas mı edileceğiz (yeniden mi diriltileceğiz)?”


Ve evvelki (bizden önce ölen) babalarımız (atalarımız) da mı?

De ki: “Muhakkak ki evvelkiler ve sonrakiler de (diriltilecek).”

Malûm (bilinen) günün, belirlenmiş bir vaktinde mutlaka toplanılmış olacaklardır.

Sonra siz, ey gerçekten dalâlette olan yalanlayıcılar!

Siz mutlaka zakkum ağacından yiyecek olanlarsınız.

Böylece karınlarını onunla dolduracak olanlarsınız.

Sonra da onun üzerine hamimden (kaynar sudan) içecek olanlarsınız.

Öyle ki, içtikçe susayan hasta develerin içişi gibi içecek olanlarsınız.

(İşte) bu, onların dîn günündeki ziyafetleridir.


Sizi Biz, Biz yarattık. Hâlâ tasdik etmiyorsanız.


Öyleyse akıttığınız meni nedir, gördünüz mü (ne olduğunu idrak ettiniz mi)?

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan Biz miyiz?


Sizin aranızda ölümü Biz, Biz takdir ettik. Ve Biz, önüne geçilmiş (veya geçilebilecek) olan değiliz (bu takdirimizi kimse bozamaz).

Sizin (dünya hayatındaki) emsallerinizi (bedenlerinizi), (ölümle) değiştirmemiz ve (ahiret âlemi için) sizi, bilmediğiniz bir şekilde (yeniden) yaratmamızda (Bizi geçecek yoktur).


Ve andolsun ki, ilk neş'eti (yaratılışı) bildiniz, hâlâ tezekkür (tefekkür) etmiyorsanız.

Öyleyse ektiğiniz ekin nedir (onu) gördünüz mü? (Her bitkinin tohumundan kendi türüne has yeni bir bitkinin yetişmesi için gerekli olan şifrelerin ve gelişim programının, ektiğiniz tohum içinde saklı olduğunu biliyor musunuz, idrak ediyor musunuz?)
Onu siz mi yetiştiriyorsunuz, yoksa onu yetiştiren Biz miyiz?

Eğer Biz dileseydik, elbette onu kuru ot kılardık (yapardık). O zaman siz şaşırıp kalırdınız.

Gerçekten biz ziyana uğrayanlarız.

Hayır, biz mahsulden (üründen) mahrum bırakılanlarız (derdiniz).

Ayrıca siz, o içiyor olduğunuz suyu gördünüz mü?


Onu (suyu) bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?

Eğer dileseydik, onu acı kılardık (yapardık), öyle ise (niçin) hâlâ şükretmiyorsunuz?

Ayrıca o yaktığınız ateşi gördünüz mü?

Onun ağacını siz mi inşa ettiniz, yoksa inşa eden (halkeden) Biz miyiz?

Biz, onu (ateşi) bir ibret ve çöl yolcuları (sahrada konaklayanlar) için bir meta (ısı ve ışık kaynağı) kıldık.

Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.


Artık hayır! Yıldızların mevkilerine yemin ederim.

Ve muhakkak ki o, gerçekten çok büyük bir yemindir, keşke bilseniz.

Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur'ân'dır (Kur'ân-ı Kerim'dir).

Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitap'tadır (Levhi Mahfuz'dadır).

O'na, tahir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.


Alemlerin Rabbi tarafından (kısım kısım, âyet âyet) indirilmiştir.

Yoksa siz, bu söze inanmayan, şüphe eden kimseler misiniz?

Ve siz, yalanlamış olmanızı kendinize rızık ediniyorsunuz. (Kur'ân'daki sözlerin âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinden şüphe ettiğiniz için rızkınız, nasibiniz sadece yalanlamak oluyor.)

O halde can boğaza gelmiş olsa değil mi ki (siz öylece).

Ve siz, o anda (ona öylece, bir yardım yapamayarak sadece) bakarsınız.

Ve Biz, ona sizden daha yakınız fakat siz görmezsiniz.

Öyleyse eğer siz (amellerinizin karşılığında) ceza görecek kimseler değil iseniz.

Eğer siz sadıklarsanız, onu geri çevirirsiniz.

Fakat o eğer mukarrebin olanlardan (Allah'a yakın olanlardan) ise.

O taktirde, ferahlık, huzur, güzel kokulu bitkiler ve naim cenneti vardır.

Fakat yemin sahiplerinden (ashabı yeminden yani hayat filmleri sağından verilenlerden) ise.
O zaman ashabı yeminden (hayat filmleri sağından verilenlerden) “sana selâm olsun” (denir).

Ve fakat dalâlette olan ve yalanlayanlardan ise.

O taktirde kaynar sudan bir ziyafet vardır.

Ve alevli ateşe atılma vardır.

Muhakkak ki bu (anlatılanlar), elbette o (verilen haberler), Hakk'ul yakîn'dir (yakîn olan haktır, kesin olarak gerçektir).

Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
 

Vakıa Suresi Dinle




Vakıa Suresi Arapça Okunuşu

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ﴿١﴾ لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۢ﴿٢﴾ خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ﴿٣﴾ اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ﴿٤﴾ وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ﴿٥﴾ فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ﴿٦﴾ وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًۜ﴿٧﴾ فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ﴿٨﴾ وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ﴿٩﴾ وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ﴿١٠﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ﴿١١﴾ ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ﴿١٢﴾ ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ﴿١٣﴾ وَقَل۪يلٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ﴿١٤﴾ عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ﴿١٥﴾ مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِل۪ينَ﴿١٦﴾ يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ﴿١٧﴾ بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ﴿١٨﴾ لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ﴿١٩﴾ وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ﴿٢٠﴾ وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ﴿٢١﴾ وَحُورٌ ع۪ينٌۙ﴿٢٢﴾ كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ﴿٢٣﴾ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ﴿٢٤﴾ لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ﴿٢٥﴾ اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً﴿٢٦﴾ وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ﴿٢٧﴾ ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ﴿٢٨﴾ وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ﴿٢٩﴾ وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ﴿٣٠﴾ وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ﴿٣١﴾ وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ﴿٣٢﴾ لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ﴿٣٣﴾ وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ﴿٣٤﴾ اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ﴿٣٥﴾ فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ﴿٣٦﴾ عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ﴿٣٧﴾ لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟﴿٣٨﴾ ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ﴿٣٩﴾ وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ﴿٤٠﴾ وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ﴿٤١﴾ ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ﴿٤٢﴾ وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ﴿٤٣﴾ لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ﴿٤٤﴾ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ﴿٤٥﴾ وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ﴿٤٦﴾ وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ﴿٤٧﴾ اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ﴿٤٨﴾ قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ﴿٤٩﴾ لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ﴿٥٠﴾ ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ﴿٥١﴾ لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ﴿٥٢﴾ فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ﴿٥٣﴾ فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ﴿٥٤﴾ فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ﴿٥٥﴾ هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ﴿٥٦﴾ نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟﴿٥٧﴾ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ﴿٥٨﴾ ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ﴿٥٩﴾ نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ﴿٦٠﴾ عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ﴿٦١﴾ وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ﴿٦٢﴾ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ﴿٦٣﴾ ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ﴿٦٤﴾ لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ﴿٦٥﴾ اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ﴿٦٦﴾ بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ﴿٦٧﴾ اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ﴿٦٨﴾ ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ﴿٦٩﴾ لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ﴿٧٠﴾ اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ﴿٧١﴾ ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ﴿٧٢﴾ نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ﴿٧٣﴾ فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟﴿٧٤﴾ فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ﴿٧٥﴾ وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ﴿٧٦﴾ اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌۙ﴿٧٧﴾ ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ﴿٧٨﴾ لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ﴿٧٩﴾ تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ﴿٨٠﴾ اَفَبِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ﴿٨١﴾ وَتَجْعَلُونَ رِزْقَـكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ﴿٨٢﴾ فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ﴿٨٣﴾ وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ﴿٨٤﴾ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلٰـكِنْ لَا تُبْصِرُونَ﴿٨٥﴾ فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَد۪ين۪ينَۙ﴿٨٦﴾ تَرْجِعُونَـهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ﴿٨٧﴾ فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ﴿٨٨﴾ فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ﴿٨٩﴾ وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِۙ﴿٩٠﴾ فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِ﴿٩١﴾ وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَۙ﴿٩٢﴾ فَنُزُلٌ مِنْ حَم۪يمٍۙ﴿٩٣﴾ وَتَصْلِيَةُ جَح۪يمٍۙ﴿٩٤﴾ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَق۪ينِۚ﴿٩٥﴾ فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ﴿٩٦﴾