-->
Logo

En Yeniler

Bir Varmış Bir Yokmuş Masalları

Bir Varmış Bir Yokmuş Masalları
ayık Soğutan

Bir ağanın Akgül adında bir kızı varmış. Bir de ağanın Mehmet adında çobanı varmış. Mehmet çok güzel goval (kaval) çalarmış. Govalı dillendirirmiş. Yani o kadar güzel çalarmış. Öyle ki goyunlar onun çalışından her dediğini anlarmış. Oğlan karşı tepelerden goval çalarmış, Akgül’e söylemek istediklerini hep böyle söylermiş. Kız da oğlan ne söylerse anlarmış.

Bir gün sürüyü eşkıyalar basmış. Goyunları çalacaklarmış. Mehmet’i de kolundan bağlamışlar. Mehmet demiş ki, siz beni öldürmeye öldüreceksiniz de müsaade edin ölmeden önce bir goval çalayım, sonra bildiğinizi yapın. Çoban başlamış govalı çalmaya. Akgül de sabah yayığı kurmuş, yayık yayıyormuş. Oğlanın kavalını duyuyor. Gız govalı dinlerken yayık soğumuş gitmiş.

Akgül’üm ağla akbeli bağla Kara köpek kan kustu Kıl bağcık kolumu kesti Eşkıyalar sürüyü bastı Tabii eşkıyalar bunu anlamamış. Ama kız hemen anlamış. Babasına kakıve (kalkıver) baba demiş, eşkıyalar sürüyü basmış! Babası, gızım nerden öğrendin, naal (nasıl) öğrendin demiş. Mehmet goval çaldı, govalın içinde söyledi demiş. Ağa fedailerine geliverin, gidiverin etmiş. Çevirmişler eşkıyaları, belde yakalamışlar. Eşkıyaları cezalandırmışlar.

Ağanın çevresindekiler, Akgül’ü Mehmet’e vermelisin demişler. Ağa, olur mu hiç, ben de ağa olayım çobanıma gız vereyim, olmaz demiş. Bu sefer, ağa verelim, demişler. Bak senin sürünü kurtardı. Bu, bunun hakkı, demişler. Neyse, ağayı yola getirmişler. Ağa, bir şartım var demiş. Mehmet şartımı kabul ederse kızımı verdim gitti.

Şartın ne demişler. Üç gün goyuna tuz yedirecek, su içirmeyecek. Üç günün ardından goyunu dereye sürüp goval ile geri döndürürse gızımı verdim gitti demiş. Mehmet’e ne dersin demişler. Mehmet bir deneyelim demiş. Tuzu bir gün vermişler, iki gün vermişler. Üçüncü gün de verip goyunu dereye sürüyorlar. Çoban taşın üstüne oturup govalı eline alıp bir çalmış. Goyun suyu hiç içmeden geri dönmüş. Bir kara goyun, tek bir kara goyun, ayağını suya batırırmış, çekermiş. Batırırmış, çekermiş. İçmemiş de üç sefer ayağını indirmiş, çıkarmış. Adamlar bunun bir hikmeti var demişler. Mehmet’e sormuşlar. Mehmet bu kara goyunun ayağını batırıp batırıp suyu içmediğinin bir hikmeti var. Nedir bu? Mehmet, goyun sağarken Akgül’ü biceez (bir kere) öptüm. Ondan oldu, demiş. Ondan sonra ağa da kabul etmiş. Kırk gün kırk gece düğün etmişler.
Tak Tak Eden Gabacık
Bir varmış, bir yokmuş, eski zamanlarda bir aile varmış. Üç çocukları varmış. Çocukların annesi ölmüş. Baba çocuklara bakamayacak duruma düşünce evlenmiş. Üvey anaları çocukları sığdıramamış, babaya bu çocukları başımdan defet demiş.

Baba bir çare düşünmüş. Çocukları alıp ormana gitmiş. Ağaçları ben keseyim, siz toplan (toplayın) demiş. Çocuklar gitmiş, arkadan baba da gitmiş. Baba yanında bir de gabak götürmüş. Kuru bir ağaca gabacığı asmış. Rüzgâr estikçe gabak tak tak ses çıkarıyormuş. Çocuklar babalarını ağaç kesiyor sanmış. Baba o ara kaybolup gitmiş. Zaman geçip akşam olmuş. Bekliyorlarmış. Baba almaya gelecek. Yok! Çocuklar acıkmışlar, susamışlar, uykuları da gelmiş. Eve gitmişler, evde de kimse yok. Üvey anne odun ocağının içine bir kömbe (yöresel bir hamur işi) koymuşmuş. Onu almışlar, yemişler. Beklemişler, gene kimse yok.

Aramaya çıkmışlar. Ormana bakmışlar, gene kimse yok. Bir dağın tepesine çıkmışlar. Oradan aşağı inerken iki tane çadır görmüşler. Bir duman tüten yer ki, duman tüten yere gidersek açlığımızı gideririz. Bunlar gitmişler. Varmışlar, bir nine çıkmış. Nine de cadı bir kadınmış. Buyurun yavrularım, ben sizi misafir ederim demiş, içeriye almış. Bunları bir ısıtmış. Bir karınlarını doyurmuş, yatırmış. Demiş ki, küçük kız benimle yatsın, siz de ikiniz yatın. Onlar ikisi yatmışlar. Küçük kızı yanına almış.

Bu cadı arada kızı iğneliyormuş, çuvaldız batırıyormuş. Çocuk ağlıyormuş. Abisi ve ablası merak ediyormuş. Ne oluyor kardeşimize, diye sormuşlar. Kadın da sarı karınca ısırdı yavrum, sarı karınca demiş. Çocuğu iğneleye iğneleye öldürmüş. Kardeşimiz nerede nine demişler. Kadın da kardeşiniz gece karıncadan uyuyamadı yavrum, uyuyor demiş. Sonra demiş ki ben bir sizin karnınızı doyurayım. Onlara bir sofra kurmuş. Çocuklar yemeklerini yerken yemeğin içinden kız kardeşlerinin kınalı parmağı çıkmış. Onu görünce varmış. Bir de köpek havlayan yer varmış. Nereye gidelim, nereye gidelim? Büyük demiş çocuklar korkmuşlar, kaçmaya karar vermişler.

Cadı ninenin bir de gelini varmış. Gelin demiş ki, sizi ben kaçırayım, bu sizi de yiyecek, hep böyle çocukları yer. Daha sonra size ben bir tarak vereyim, bir tane de oklava vereyim, bir de kalıp sabun vereyim demiş. Arkadan cadı gelirken ilk önce tarağı atın, pıtırak (bitkinin dikenli parçası) olsun, dolaşsın. Ondan sonra oklavayı atın, orman olsun, önüne gölge olsun, sizi göremesin.

Sabunu atın, önüne deniz olsun geçemesin. Çocuklara bunları vermiş. Çocuklar tam kaçarken cadı bunları görmüş. Arkalarından yavrularım gitmeyin, bırakmam, ben sizi çok sevdim demiş.

Çocuklardan küçük olanı susamış. Abla demiş, ben çok susuladım (susadım), ben su içeceğim. Orada bir yalak varmış. Öküz oraya işemişmiş. Onu içme derken çocuk onu içmiş. Abla bir bakmış, kardeşini görememiş. Hasan, Hasan nerdesin kardeşim diyor. Hasan mööh demiş. Korkmuş buna ne oldu diye. İleri gidip yine seslenmiş. Bakmış, kardeşi öküz olmuş.

Ondan sonra kardeşini almış yanına. Gitmişler, bir köylüye rastlamışlar. Köylü orada demiş ki, bu öküzü bize satar mısın? Benim kardeşim o, satmam, demiş ablası. Öküzü çocuğun elinden zorla almışlar. Kesecekler. Ablası demiş ki, kardeşim kesilme. Kızı dövmüşler. Bu sefer, kesil de yüzülme demiş. Gene dövmüşler. Bu sefer, yüzül de doğranma demiş. Gene dövmüşler. Bu sefer kız, doğran da pişme demiş. Gene dövünce kız, piş de boğazlarında kal demiş. Gene dövmüşler. En sonunda bunlar öküzü yerken kız, bağırsağında tıkan da çatla demiş. Öküzü yiyen adamlar çatlayıp ölmüş. Sonra kız ağlayarak kemiklerini toplamış kardeşinin. Kemikleri götürmüş denize atmış. Oraya oturup ağlamış. Ağlarken bir ağanın oğlu gelmiş.

Niye ağlıyorsun, ne oldu demiş. O sırada kızın attığı kemikten dalgalanan su, kızın yüzüne yansıyormuş. Suyun şavkı vurunca kız ayna gibi parlamış. Sonra ağanın oğlu kızı almış, muradına ermiş.
Padişah ile Çoban
Zamanında padişahın oğlu çözümü olmayan hastalığa yakalanmış. Doktor doktor gezmişler, bir çözüm bulamamışlar. En sonunda birisi, bir Yörük köyünde koyun otlatan çobanın yanına git. O çoban, gamsız kedersiz birisidir. O çobanın göyneğini alırsan sen bu hastalıkta kurtulursun, demiş. Araya araya bu dağdaki Yörüğü bulmuşlar. Padişahın oğlu çobana demiş ki, ben bir amansız hastalığa yakalandım. Çözümüm de sensin. Senin bu göyneğini alırsam ben bu dertten kurtulacakmışım. Bunu dediği andan itibaren bizim Yörük çoban iki elini şakaklarına alıp düşünceye dalmış. Tabii padişahın oğlu şaşırmış. Neden böyle oldu? Biz seni dertsiz, gamsız, tasasız bir kişi biliyorduk. Çoban, koskoca padişahın oğlu gelmiş benden göynek istiyor. Ama benim ona verecek bir göyneğim bile yok. Ben düşünmeyeyim, ben dert etmeyeyim de kim dert etsin demiş.

kapak-sozler.blogspot.com